logo

ATATÜRK GÜCÜNÜ NEREDEN ALIYORDU?

Çok değerli Hemşehrimiz , Gazetemiz Köşe Yazarı , Şair , Maliye Bakanlığı Muhasebat Baş Kontrolörü Feyzullah BUDAK ‘ beyin Yeni eseri yayına hazır hale gelmiştir .

Değerli eserini tanıtmak bizler içinde bir Onurdur .

                                                           SİVAS MEDYA

“Değerli Dostlarım:
“ATATÜRK GÜCÜNÜ NEREDEN ALIYORDU?”
Baskıdaki son kitabımın adıdır. 13 Ekim’den itibaren de kitapçılarda olacak.
Daha önceki hiç bir kitabım için yapmadığım bir şeyi bu kitabım için yapacağım ve sizlerden şunu rica edeceğim.
Lütfen öncelikle aşağıdaki duyuruyu dostlarınızla paylaşınız ve daha sonra da imkanınız ölçüsünde bu kitaptan temin ederek, ülkemizin ve milletimizin geleceği açısından kendisinde bir pırıltı gördüğünüz gençlere hediye ediniz. Çünkü; “ATATÜRK GÜCÜNÜ NEREDEN ALIYORDU?” sorunusun doğru cevabı, bugünümüz ve geleceğimiz için doğru bilmeye en çok ihtiyacımız olan cevaptır. Bugün yaşanmakta olan sıkıntıların çoğu, bu cevabı doğru bilmediğimiz ve aynı kaynaktan beslenmediğimiz içindir. Ancak bu kaynağı doğru keşfedip, gençlerimizin aynı kaynaktan beslenmesini sağladığımız zaman geleceğimizi güvence altına alabiliriz. Yayınevi de bu gerçeği görmüş ve henüz kitap baskıda iken ön siparişleri almaya başlamış. Ayrıntılar aşağıdaki linkte.
İçten saygılarımla….

                                                                                         FEYZULLAH BUDAK

SİPARİŞ İÇİN TIKLAYINIZ .

673551

                                                                                               ÖNSÖZ

Son iki asrı sürekli gerileyerek, küçülerek, savaş ve toprak kaybederek geçmiş, çökmekte olan bir imparatorluk… Artık başaramama, artık kazanamama hissiyatı adeta nesillerin genlerine işlemiş. Bundan daha da kötüsü asırlardan beri bu imparatorluğu yutma planları yapan batı dünyası karşısında büyük bir aşağılık kompleksi oluşmuş. Öncelikle aydınları olmak üzere, kendilerinin hiçbir şeyi başaramayacağına ama her şeyin ancak batılı toplumlar tarafından başarılabileceğine inanmayı adeta yüreklerine yerleştiren koskoca bir toplum tümüyle iflahsız bir batı hayranlığına düşmüş. Yani güçlü, çok güçlü, zoru derhal başaran, imkansız için sadece zamana ihtiyaç duyan bir batı toplumuna karşılık, her şeyiyle aciz, her iyiliği batıdan bekleyen ve böylelikle her bakımdan batıya teslim olmuş bir mankurt toplum.

İşte tam da böyle bir zamanda o en güçlü, o en muzaffer, o en karşı konulamaz ve o en hayranlık duyulan batılı ulusların bu ülkeyi istilası başlamış. Ama her şeye rağmen ülkenin başında bir padişah var. Onun Sadrazamı (Başbakanı) ve Vezirleri (Bakanlar Kurulu) var. Bunların elinde ve emrinde zayıflamış olsa da bir imparatorluk devletinin kurumları ve imkanları var. Bu devletin bürokrasisi, ordusu ve hazinesi var. En üst kademede devleti yönetenlerin,  gerek Osmanlı Hanedanına mensubiyet ve gerekse Halife unvanına sahibiyet sebebiyle tüm İslam alemini kapsayan doğal bir tabi olunma potansiyeli var. Ama tüm bu varlara rağmen bunların hiç biri, ülkeyi işgal eden düşmanlarla savaşmayı ve bu savaşı kazanmayı düşünemiyor. Düşünebildikleri en büyük fikir; Amerika’nın mı yoksa İngiltere’nin mi himayesine girmenin daha doğru olacağı. Ancak bunu düşünebiliyor ve ancak bunu tartışıyorlar… Ve bu ülkenin sonraki nesilleri olarak biz, onları bu hallerinden dolayı lanetlemiyor ya da vatan haini ilan etmiyoruz. Çünkü yukarıda bahsedilen sosyo-psikolojik olgu bizim tarihimize aittir ve biz bunu biliyoruz.

Ama aynı toplum içerisinden çıkan ve dolayısıyla aynı sosyo-psikolojik olgunun tesiriyle aynı şekilde davranması garipsenemeyecek olan bir kişi beklendiği gibi davranmıyor. Türk ulusu esir olamaz ve esir yaşayamaz diye düşünüyor. Türk milleti yurdunu işgal edenler her kim olursa olsun onlarla savaşır ve bu savaşı kazanır diye düşünüyor. “Sonunda geldikleri gibi giderler” diyor ve milletinin önüne düşüyor. Hem de var olan tek serveti, asker aylığından bile vaz geçme pahasına…kendisinesınırlı ölçülerde de olsa bir tabi olunma potansiyeli sağlayan askeri rütbe ve üniformasını bile çıkarıp atma zorunda kalarak. Üstelik tüm bunları yaparken güvenebileceği hiçbir para kaynağı ve komuta edebileceği bir ordu garantisi yokken.

Yani bir yanda bir çok varlığa, imkanave taşınan sorumluluğa rağmen düşmanla savaşmayı göze alamayan bir yığın resmî görevliler…ama diğer yanda tüm yokluklara ve resmen sorumlu olmama durumuna rağmen milletin önüne düşen bir insan: Mustafa Kemal…

Onun diğerlerinden farkı neydi? Yetkili, imkanlı ve sorumlu bir yığın insanın göze alamadığı bir savaşı O neye dayanarak göze almıştı? Savaşı ve savaştan sonra tüm dünyayı şaşırtan yenilikleri nasıl başarmıştı? Bu gücünün kaynağı neydi? Bu gücü nereden alıyor ve hangi kaynaktan besleniyordu? Adından da anlaşıldığı üzere bu kitabın konusu; Atatürk’ün o inanılmaz işleri düşünürken, yaparken ve başarırken “gücünü nereden aldığı” sorusuna cevap aramaktır.

Bu cevap ise ağırlıklı olarak Atatürk’ün okuduğu kitaplar üzerine yazdığı ifadeler, yaptığı işaretlemeler, kitap üzerindeki boşluklar yeterli olmayınca ayrı kağıtlara yazarak okuduğu kitapların arasına koyduğu notları üzerinden arandı. Çünkü Atatürk bu çalışmalarını yaparken sadece okuduğu kitapla ve vicdanı ile baş başaydı. Hiç kimseye özel bir mesaj verme kaygısı yoktu. Dolayısıyla bu çalışmaları ve notları onun gerçek ve samimi dünyasını yansıtıyor. Bu çalışmaları ve notları onun başardığı mucizevî işleri yaparken hangi kaynaktan beslendiğine ve her kese inanılmaz gelen bu gücü nereden aldığına açık bir ayna tutuyor.

Üç bölümden oluşan kitabın 1. Bölümünde temel konu üzerinde duruluyor. Yani “Atatürk gücünü nereden alıyordu?” sorusuna cevap aranarak, bir sonuca ulaşılıyor. 1. Bölümde ulaşılan sonucun delilleri 2. Bölümde belgeleri ve bu belgelerin açıklamalarıyla ortaya konuyor. 3. Bölümde ise kitabın konusuna uygun şekilde önce Atatürk’e ve Türklüğe dair konuyu destekleyen yazılarım ve ardından da bu kitabın hazırlandığı dönemde Atatürk’ü gereği gibi anlayamamış olmamız sebebiyle nasıl bir zeminde bulunduğumuzu gösteren bazı yazılarım yer alıyor.

Önsözü bitirmeden teşekkür etmem gereken kişiler var;

Öncelikle bu kitabın hazırlanmasında temel olarak yararlanılan “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar” adlı 24 ciltlik kaynak eseri hazırlayıp yayınlayan Anıtkabir Derneği yetkililerine, eserin Yayın Koordinatörü Recep Cengiz’e ve yayında emeği geçen herkese,

Bu kaynak eserin yayınlandığı dönemde Ahmet Yesevi Üniversitesinde birlikte çalışırken 24 cildin tamamını benimle paralel bir şekilde okuyarak Atatürk’ün yazdığı notları ve işaretlemeleri benimle uzun uzun tartışmak suretiyle bu konuda ufkumu açan Namık Kemal ZEYBEK’e,

Bu konuda verdiğim konferansların topluma ulaşmasına vesile olan tüm dernek, vakıf ve kurumların yetkilileri ile buna vesile olan ve bu konferanslara katılarak katkı sağlayan diğer şahıslara,

Bu konudaki ilk birkaç konferansıma katılma imkanı bulamayınca ısrarla bana “bu çalışmayı kitaplaştırmam gerektiği” konusunda telkinde bulunan ve böylelikle bu kitabın doğuş fikrine vesile olan İlhan BAYAR’a,

Kitapta sunduğum tıpkı basımları kaynak eserden büyük bir özenle tarayarak digital ortama aktaran Halit ARPACI’ya ve son düzeltme çalışmalarını yapan Hülya ÜRKMEZ’e,

Kitabın basımını gerçekleştiren İleri Yayınları yetkililerine ve basımda emeği geçen herkese yürekten teşekkürlerimi sunuyorum.

Feyzullah BUDAK

                       

 

                                                                                                 SUNUŞ

Değerli dostum Feyzullah Budak bu kitabına benden bir sunuş yazısı istediğinde, önce işimi çok kolay sandım. Hem konuyu bildiğim, hem de yazarını çok yakından tanıdığım için, yıllar önce eğitimini aldığım “hızlı okuma yöntemi” ile kısa zamanda kitabı okur ve sunuşunu da yaparım diye düşündüm. Ama ne mümkün… Kitap öylesine akıcı ve bilgilendirici ki, sindirerek okumadan bırakmak olmadı. İyice okudum.

Atatürk konusunda birçok kitap okudum ve yazı yazdım. Geçmişte TRT’de, kimisine Feyzullah Budak’ı da konuk aldığım programlar yaptım. Sonra Kanal B’de bunu sürdürdüm. Şimdilerde de yine Kanal B’de “Atatürk’ün İzi” adıyla her hafta konuşmalar yapıyorum. Bütün bunlardan sonra diyorum ki, bu kitaptan birçok şey öğrendim.

Türkiye’de birçok kişi okullardan öğrendiği basmakalıp bilgilerden ötürü Atatürk’ü bildiğini sanır. Ne büyük yanılgı. Atatürk’ü bilmek o kadar kolay mı? “Atatürk Gücünü Nereden Alıyordu?” kitabının yazarı ve bu satırların yazarı da daha Atatürk ile ilgili birçok bilgiye ulaşamadıklarını biliyorlar. Bunu herkes de böyle bilmeli diye düşünüyorum.

Feyzullah Budak’ın geniş Atatürk araştırmaları ötesinde asıl üstünlüğü, Atatürk’e Atatürk çizgisinden bakma yeteneğidir.

Atatürk çizgisi nedir diyor musunuz?

Elbette “Akıl ve Bilim Çizgisi”

Atatürk’ün yolundan giden ve bilimde adını Dünya bilim çevrelerinde duyuran, Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın büyük eseri Başkent Hastanesindeki odasında okuduğum Atatürk’ün sözlerini, Atatürk’ü anlamak için başlangıç noktası olarak gördüğümü belirtmeliyim: “Ben hiçbir nas hiçbir dogma bırakmıyorum. Benim yolumdan gidenler, akıl ve bilim yolundan gitmelidirler.”

Evet yine Atatürk’ün söylediği gibi: “Dünyada her şey için, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyet için, en hakiki yol gösterici ilimdir, fen’dir. İlim ve Fen’in dışında kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmaktır… Türk Milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir.”

Bilgiyi geliştirmenin ve bilimlerde ilerlemenin yolu da elbette çok okumak, okuduklarını irdelemek ve yeni bilgiler üretebilmektir. İşte Atatürk’ün yaptığı budur. Çok okumuş, çok irdelemiş, çok düşünmüş ve bulduğu sonuçları hayat yolunda ilerlerken değerlendirmiş, bu yüzden de hep başarmıştır.

Aynı yöntemi Feyzullah Budak’ın önceki kitaplarında ve eylemlerinde de buluyoruz. Asıl önemli olanın da Atatürk’ün yöntemini kavrayıp, özümseyip, benimseyip uygulama alanına aktarmış olmasıdır, diyorum.

Kitabın içinden seçmeler yaparak bu yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum. İstiyorum ki, bu kitabı eline alan başından sonuna kadar, irdeleyerek okusun. Okusun ve başkalarına da salık versin. Çünkü “Atatürk’ün gücünü nereden aldığı” sorusunun doğru cevabı, aynı zamanda insanlarımızın kendi güç kaynağını görmesini de sağlayacaktır.

Feyzullah Budak, aslında başarılı bir maliyecidir. Kırgızistan Cumhurbaşkanının Başdanışmanı olduğu dönemde, Kırgızistan’ın mali sisteminin kurulmasına büyük katkı sağlamıştır. Ahmet Yesevi Üniversitesinde görev yaptığı yıllarda da bu üniversitemizin çağdaş bir eğitim kurumu haline gelmesin de büyük emeği vardır. Kazakistan’ın büyük Türkçü şairi Mağcan’ın Türk Kurtuluş Savaşı için Sovyet zindanlarında yazdığı ve uzun yıllar yasaklı kalan “Uzaktaki Kardeşime” başlıklı şiirine 83 yıl sonra verdiği cevap Kazakistan edebiyat kitaplarına girmiştir. Bugün Kazakistan, onu en önemli “Mağcan Uzmanı” olarak görmekte ve bu konuda yaptığı konuşmalar derin yankılar yaratmaktadır.

Bu kitabın yazarı değerli bir araştırıcı, düşünür, şair olmakla birlikte aynı zamanda halk kültürümüzün de uzmanı ve güzel sesini destekleyen çalgı ustalığıyla da yakınlarının bildiği bir değerdir. Sadece bu konuya yönelseydi, ülkemizin tanınmış aşıklarından biri olurdu. Ama iyi ki öyle olmadı. Çünkü hayat gücünü birçok alana yönelterek ve yöneldiği her alanda etkili başarılar ortaya koyarak hizmetine hizmetler katmıştır.

Atatürk konusunda araştırmalarının, konuşmalarının ve yeni ürünlerinin sürüp gitmesini dileyerek, bu kitabından ötürü dostumu bir kere daha yürekten kutluyorum. İyilikler sizinle olsun, kötülükler sizden uzak olsun.

Namık Kemal ZEYBEK

Etiketler: # # #

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşleridir. Yazılan yorumlardan SivasMedya.net hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Share
118 Kez Görüntülendi.
#

SENDE YORUM YAZ

8+1 = ?