İki haftadan beri Mudurnu’da önemli güzellikler yaşıyor ve bunu sizlerle paylaşıyorum. Bu benim için çok güzeldi ve aldığım yorumlara göre sizler için de öyle olduğu anlaşılıyor. Bu Pazar günü de yine bir köydeydim ve anlatılası çok güzellikler yaşadım. Ama bugün memleket ahvaline bir dönüş yaparak sormak istiyorum; “Bu ülkede muhalefet ne iş yapar?”
Bu ülkede muhalefet “Haftada bir Salı günleri yapılan TBMM grup toplantılarında kendi adamlarını karşıya dizip, onlara doğru bağırıp, çağırarak, hem kendinin ve hem de taraftarlarının gazını almak mıdır? İktidarın belirlediği gündemlerin peşine takılarak, oyalanmak mıdır? Başbakanla laf yarışı yapmak mıdır?
Yoksa ülkenin ve devletin geleceği ile alakalı yanlış giden işleri belirlemek, onları gündeme taşıyarak toplumla paylaşmak ve bu olumsuzluklara meydan vermemek için mücadele etmek midir?
Sivasmedya’daki ilk yazılarımdan biri “DEVLETİN TEMELLERİ ÇÖKERTİLİYOR”başlığı ile yayınlanmıştı. Söz konusu 21 Şubat 2013 tarihli 3. yazımda özetle “yaklaşık 10 yıldan beri uygulanmakta olan ve devleti çökerten sonuçları 20-30 yıl sonra ortaya çıktığı zaman toparlanıp düzeltilmesi kolay olmayacak bir tehlikeli gidişe” dikkat çekmiş ve yazıyı bitirirken “Sonuç; devlet harcama sisteminde yaratılmış olan bir büyük başıboşluk, kontrolsüzlük ve kaostur. Bir zamandan beri işler eski alışkanlıkların sağladığı geleneksel yaklaşımlar üzerinden yürümektedir. Ancak geleneksel yapıya hakim olan bürokrasi yenilendikçe giderek bu imkan ortadan kalkacak ve giderek bu kaos bir çöküşe dönüşecek ama o zaman bu tahribatı onarmak kolay olmayacaktır… Evet, cambaza bakmak iyidir, insanı oyalar. Ama devletin sağlıklı duruşuna ve bekasına kast eden tehlikeyi de görmek gerekir.” Demiştim. Muhalefet partilerini ayağa kaldırması ve dört elle sarılmaları gereken bu manifesto hiç ilgilerini çekmedi.
Şimdi bu cümleden olmak üzere; sonuçları bakımından fevkalade önemli olmasına rağmen muhalefetin yine hiçbir şekilde ilgilenmediği ve gündeme taşımadığı bir uygulamaya dikkat çekmek istiyorum.
2002 yılında AKP iktidar olduğu zaman bu ülkede mali yönetimin temel düzenlemesi olarak 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye (Genel Muhasebe) Kanunu yürürlükteydi. Yukarıda bahsettiğim yazıda bu konudaki ayrıntıları anlattım. Esasen bu yazıyı okumaya devam etmeden önce sözünü ettiğim o yazıya genel olarak yeniden bir göz atmanızda yarar görüyorum.
Yerli yersiz ecdattan ve atalardan bahsedip duran AKP kadroları iktidar olduktan sonra adeta apar topar denilecek bir şekilde (Selçuklu ve Osmanlı gibi iki büyük imparatorluğun ve tüm cumhuriyet döneminin birikimlerini ihtiva eden) bu Kanunu yürürlükten kaldırarak, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununu uygulamaya koydu. Bu düzenleme ile ülkemizdeki mali yönetimin tüm geleneksel yapıları yıkılarak tanınmaz hale getirildi. Maliye Bakanlığının tüm yetkileri ve gücü tırpanlanarak adeta devletin kolu kanadı kırıldı. Kısacası 5018 sayılı Kanun ile Maliye Bakanlığının tüm yetkileri elinden alındı ve devlet parası harcayan tüm kurumlardaki Maliye Bakanlığı korkusu yıkıldı.
Ancak her şeyi bambaşka hale getiren bu değişime rağmen Maliye Bakanlığının çok önemli yetkilerinden birisi 5018 sayılı Kanunda da korunmuştu. Bu yetki ise “Devlet mallarının yönetimi” ile alakalıydı.
9.6.1927 tarih ve 606 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 1050 Sayılı Genel Muhasebe Kanunu’nun 23. Maddesi; “Devlete ait bütün taşınmaz mallar Tapu İdaresince Hazine adına tescil edilir ve Maliye Bakanlığı tarafından yönetilir.”ve 24. Maddesi de; “Devlete ait taşınmaz mallardan değeri yılları Bütçe Kanunlarında saptanan alt sınırdan düşük olanlar Maliye ve Gümrük Bakanlığınca (harp gemileri Milli Savunma Bakanlığınca), alt ve üst sınırlar arasında kalanlar Bakanlar Kurulunca satılır; üst sınırı aşanların satışı yasa ile olur.” şeklinde idi.
5018 sayılı Kanun ile Maliye Bakanlığının neredeyse tüm yetkileri ortadan kaldırılırken “Devlet Malının Yönetimi” ile alakalı yetkilerine dokunulmadı ve 5018 sayılı Kanunun 46. Maddesinde “Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin her türlü taşınır ve taşınmazlarının satışına Maliye Bakanlığı yetkilidir.” ve 47. Maddesinde de “Hazinenin özel mülkiyetindeki taşınmazlarla Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerleri tahsis etmeye, kamu ihtiyaçları için gerekli olmayanların tahsisini kaldırmaya Maliye Bakanlığı; diğer taşınmazları tahsis etmeye ve tahsisini kaldırmaya ise maliki kamu idaresi yetkilidir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin esas ve usûller Maliye Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.” Hükümleri yer aldı. Daha sonra da Maliye Bakanlığı bu yasa hükümleri doğrultusunda gereken Tebliği hazırlayarak yayımladı.
Tüm bu yasal düzenlemelerden sonra ne oldu biliyor musunuz?Kanun hükümleri 2012 yılına kadar aynen bu şekilde uygulandıktan sonra sanki bu kanun hükümleri hiç yokmuş ve 2012 yılına kadar bu şekilde uygulanmamış gibi 16 Haziran 2012 tarih 28325 sayılı Resmi Gazetede Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN imzasıyla bir genelge yayınlandı. Genelgenin tam metni şöyle;
Başbakanlıktan: GENELGE 2012/15
“Kamu kurum ve kuruluşları (Belediyeler ve il özel idareleri hariç) ile sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamu kurum ve kuruluşlarına ait şirketlerin, kendi mülkiyetlerinde veya tasarruflarında bulunan taşınmazlarıyla ilgili olarak; kamu kurum ve kuruluşları, vakıf, dernek veya bunların şirketlerine, gerçek veya tüzel kişilere; satış, kira, irtifak, takas, tahsis, devir vb. her türlü tasarrufa yönelik işlemleri için Başbakanlıktan izin alınacaktır. Bilgilerini ve gereğini rica ederim.
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN”
Böylece ne olmuş oldu? Yukarıda bahsettiğim tüm kanun hükümleri yok sayılarak devlet mallarının yönetim, tahsis ve satış işlemleri Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın iznine bağlandı ve hiç kimse buna “ne oluyor burada?” demeksizin bu uygulamaya başlandı.
Şimdi sormak gerekmez mi?
Bu ülkede muhalefet ne iş yapar? Bu ülkede milletvekili adayları belirlenirken sadece “birilerinin işlerini takip edebilecek kişi olmak veya birilerine yakın olmak ölçülerinden ne zaman vazgeçilecek? Muhalefet partilerinin bu koskoca ülkeden seçip Meclise gönderdiği milletvekilleri arasında maliyeciler, iktisatçılar, hukukçular yok mudur? Hadi onlar yok diyelim. Bu ülkedeki iki muhalefet partisi liderinden birisi eski Hesap Uzmanı ve diğeri de bir ekonomi doçenti değil midir? Böyle bir durumda Onların yapması gereken “Haftada bir Salı günleri yapılan TBMM grup toplantılarında kendi adamlarını karşıya dizip, orada bağırıp, çağırarak, hem kendinin ve hem de taraftarlarının gazını almak mıdır? İktidarın belirlediği gündemlerin peşine takılarak, oyalanmak mıdır? Başbakanla laf yarışı yapmak mıdır?”
Yoksa mevcut kanun hükümleri ile Hazine mülkiyetindeki taşınmazlarda Maliye Bakanlığına ve diğer taşınmazlarda ilgili kamu idaresine verilmiş olan “devlet mallarının yönetim, tahsis ve satış işlemleri” yetkisini adeta tüm ülkeyle ve tüm muhalefet ile alay edercesine tek cümlelik bir genelge ile oradan alıp Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’a verme şeklindeki bu kanunsuz uygulamayı gündeme getirip, bunu halkla paylaşıp, bu kanunsuzluğa karşı direnmek midir?